HOŞGELDİNİZ

Uzun bir yolculuktur edebiyat... Başladığı ve bittiği yer arasında bir ömürdür kat edilen. Soluklanırsınız satır aralarında, bazen başlarsınız yeniden, bazen bitirirsiniz. Benim bu yolculukta ki düşüm yürekler biriktirmekti. Hoşgeldiniz!.

Talân Ayşe Kanca

27 Temmuz 2010 Salı

Arka Bahçedekiler




Ne gariptir ki; tesadüfler, yaşanmışlıklar, anılar, anı bile olamayanlar, gelenler, gidenler, ortadan kaybolanlarla doludur hayatlarımız. Kimini hatırlarız, kimini hatırlamak bile istemeyiz, bazısı için içimiz “cız” eder, bazısını unutur gideriz. Kimi bir gülüştür hatırımızda, kimi gözlerimizde saklıdır. Bazısı tek biz sözle öylece durup durur hayatımızda; ne “Hoş geldin” , ne “Güle güle” diyebiliriz. Kalabalıklarımızın arasında kendimize seçtiklerimizde vardır, karanlıklarımızdan çok uzakta, aydınlıklarımızın tam ortasındadır onlar. Onlar, yüzlerini bazen kaybeder, bazen gülüşlerini, bazen sadece dururlar ruhlarımızın kuytularında, çıkmak için beklemezler, oradalardır biliriz... İşte o ruhlarımızın kuytularında özenle sakladıklarımız sadece birkaç gün önce uzun bir masanın etrafında bir aradaydık.

Hiçbiri neden buradayım demeden, sanki daha dün gibi tam 20 yıl öncesinin o sıcacık gülümseyişiyle karşıladı birbirini. Hayatın arka bahçesinden çıkıp geldiler birer birer ve güneşe nazır o bildik salonlarda ağırlandılar yüreklerimizin baş köşesinden çıkıp gelmişlerdi ne de olsa..

Kendimi bir öğretmen ordusunun içinde genç kızlığımın o doyumsuz neşesi içinde buluvermiştim. Beni her zaman kendilerinden sayan kocaman birer yürekti onlar, belki hayat da biliyordu, artık gökyüzüne değil yeryüzüne yakındık daha çok, belki eskiden olduğu gibi çokça ışıldamıyordu tenimiz, yüzümüzden hayat fışkırmıyordu, belki eskisi kadar zayıf ve alımlıda değildik, belki hayat içimizde pek çok yaralar açmış pek çok kez sınamıştı bizleri. Belki dizlerimiz kanadığında saracak bir anne babamız yoktu artık, bizler birer anne, birer babaydık... Ama hayat ne çok şeyde eklemişti aldıklarının yanına. O kadar da acımasız değildi belki!.

Nilay insanı kucaklayıp duruyordu sadece baktığında bile, sadece o değil elbet, İsmail durmadan benden şiir istiyordu... Hacer, Gülbeyaz, Coşkun, Emine ve diğerleri... Öylesine doğal ve içten dilerki, eskisi gibi, eskimemiş gibiydiler. Tek tek baktım hepsinin gözlerine, görsünler istemedim belki ama baktım. Hayata dair ne çok şey buldum onlar bilmiyorlardı...

Küçüçük bir çocuğun arayışları değildi artık gözlerindeki, onlar hayatı esir almışlardı hayattan daha çok. Belki çokca sınanmış, çok hesap kitap yapmış, çok boğuşmuşlardı ... Ama zafer çığlıkları geldi çayımızı yudumlarken kulaklarıma, derin bir mutluluk ve huzur duydum, iyi ki beni de çağırmışlardı, unutulmamıştım...

12 ayrı yürek 12 ayrı hayat, 12 farklı son demek di, ama biliyordum daha yapılacak çok iş, gidilecek çok yer, sevilecek çok yürek, öğretilecek çok şey vardı. Daha hayat öğrenecekti ki; her zaman vefasızlık, riya, öfke ve yalan kokmuyordu dünya. Hayat bazen umut kokuyordu o masadaki gibi... Hiç bitmesin diye gözüne baktığımız anlar vardır ya, işte öyleydi o dakikalar.

Bizler birbirimizi belki bir daha hiç görmemek pahasına hayatın kollarında atılmıştık, o kollarda huzurda bulduk, öfke de, hayal kırıklığı da.. Ama o kollardan bazen ışkın verdi dostluk, bazen umut baş gösterdi, bazen kırk yıllık hatırı olan kahveler içildi ..

Ben birkaç saatliğine o genç kızdım, kendi kızıma bakarken düşledim ve diledim bir gün böyle güzel yürekler biriktirebilsin diye.




Talan Ayşe Kanca

2 yorum: