HOŞGELDİNİZ

Uzun bir yolculuktur edebiyat... Başladığı ve bittiği yer arasında bir ömürdür kat edilen. Soluklanırsınız satır aralarında, bazen başlarsınız yeniden, bazen bitirirsiniz. Benim bu yolculukta ki düşüm yürekler biriktirmekti. Hoşgeldiniz!.

Talân Ayşe Kanca

10 Nisan 2011 Pazar

Bir Avuç Suda Arınmak





Kapana kısılmışım, tek tutar dalım sensin!.

Sensizliği kaldırıp attım çıkınımdan... Kocaman bir soğanı bölüşüyoruz dünyaya inat. Bir bardak suyla doyuruyoruz ruhumuzu, arınıyoruz kendi karanlığımızda. Çıkarınca ağzımızdaki baklaları, sen ne olduğundan habersiz atlıyorsun boynuma, ben ne olduğunu anlamadan sarılıyorum ruhuna. Kıyılarında arınıyorum yalnızlığımdan.
.....




Aşk: Hiç korkmadan bir yüreğe rağmolmak, yarı yolda kalacağını bile bile... Karın ağrılarını hiçe sayıp üşüşmek tadı damağımda kalan tadına. Tutunmak dallarına, düşmemek için değil; daha da yakınlaşmak için. Öpmek dudaklarından, aklın karıncalanırken neyi öptüğünü unutmak, ya da nerede olduğunu... Bir tenin koynunda uyanmak korkularından, yine de, yeniden korkacağını bildiğin halde aynı tende uyuyakalmayı dilemek bir ömür. Tırnaklarını kesmek canını yakmamak için, bir avuç suda arınmak dünya dolusu kirlerinden. Bileklerinden başlayıp saçının telinde kaybolmak, buna kendinle olmak demek, her şeye rağmen...

Sana kim olduğunu sormadan, seninle yürümeyi seçmiş bir varlığa, hem yaşamına, hem ölümüne sevdalanmak, çıkan ilk fırtınada yerle bir olacağını bildiğin halde!.




 Talan Ayşe Kanca
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.













erine aittir.

7 Mart 2011 Pazartesi





Neyi düğü belirsiz bir zaman dilimindeyiz. Yelkenlerimiz suya düşmüş bile, biz olmak duygusu her yanımızı sarmış çoktan. Dünyanın ayak sesleri karıncaların ki kadar, kulaklarımız pek çok gürültüye tıkalı... Seninle olmak Ayda yürümek gibi, hatta Marsta; ki orada olmak nasıl bir şey daha bilmiyoruz bir düşün!

Aşk, polenlerini salmış rüzgarla, toprak yeniden kök salacak bebeklerini bekliyor. Aşk'ın çocukları yolda... Kendimizinkileri diğerlerinden ayrı tutuyoruz, diğerleri bizimkilere hiç benzemiyor.

Kulak memende seni arıyorum, sense daha yarı yolda yorulmuş sızıp kalmışsın. Sana “Kalk” demeye niyetim yok. Fısıltıyla da olsa sesime yanıt veriyor kalbin. Artık daha huzurla çarpıyor, yine sarıp sarmaladın ruhumu, daha fazla yokluğuna dayanamazdık. Şimdi, seni seyrederken, ne kadar geciktiğimiz umurumda mı sanıyorsun? 

Erguvan ağaçları şahidimiz, birde yetimliklerine aldırmadan geçip gittiğimiz sokak çocukları. Her ikisi de orada duruyorlar, tamda yanı başımız da. Ama bizim onlara aldırmaya niyetimiz yok, sayıyoruz ki hiç olmamışlar...

Neyi düğü belirsiz bu zaman diliminde çok şey düşünmek istiyorum. Yalnız ikimize dair olmamalı, dünyayı kucaklamaya yeterse aşkımız, ona da varım. Seni seyrederken, yetişir diye düşünmekten alamıyorum kendimi.. Yağmalanmış sokakların biçare veletleri dediğimiz, bizden olmadıkça umarsızlıkla geçip gittiğimiz dünya çocuklarını, senin sayende sevebilirim. Sen çok şey olmanın o kadarda zor olmadığın kanıtladın. Çok sevmekten korkmadın beni.

Elimde buruşturup attığım anılarımla kalakalmışken ve dünyaya nefret tohumları saçmışken, gözlerinde şefkati gördüm. O an utançtan ördüğüm duvarlarıma gülüp geçmedin, duvarlarıma dokunmayı seçtin. Bütün vakurluğun, inancın ve inadınla hemde...
Kapılarım kapalıydı, kimin çaldığı önemsizdi, sen çalmamayı seçtin. Hesapsız, buyur edilmeyi beklemeden, sadece “İşte ben geldim” diyerek daldın içeri. Ben sana bakakaldım, sustum, sustukça duydum yüreğinin sesini.

Kelepçelerim vardı önüme kim gelirse kollarına takmak için, sen özgürlüğün bir nevi tutsaklığa gebe olduğuna inanıyordun, kelepçelerimi kaldırıp attın. Yerine ciğerlerime çektiğim binlerce nefes aşk bıraktın. Tutkuyla yüzdüğüm hayat nehrinde solungaçlarım varmışcasına daldım suların ta en dibine, orada yaşam kollarını açıp beni buyur etti içeri. Hiç korkmadan yüzdüm balıklarla, yengeçlerle ve denizatlarıyla... Su olmak nasıl bir şeymiş anladım.

Zihnimin satır aralarında neyi aradığımı söyledin. Tuttuğun gibi yakamdan fırlatıp attın keşkelerimi. “İşte buradayım” dediğinde baktığım o bir çift göz, yaratılışın gizemini sundu. Bu ihtişam önünde boyun eğdim. Seni sevmeyi seçmek gereksizdi, hayatı sevmeyi seçmekti elimden gelen....

Sen, ruhlarımızın örtüştüğü ve tenlerimizin birbirine “Merhaba” dediği o gecede, kulağıma fısıldadın adımı. Adım bir ninniydi ve sen bendin sulara vurmuşken bakmaya doyamadığım aksin!



Talan Ayşe Kanca

6 Mart 2011 Pazar








Azra; sen çekip çıkarıldın bir midyenin gövdesinden ve hiç ait olamadın bir denize. "Özlemek..." diye diye geçip gittin gözlerimden, ama yüreğimde hep demirliydin. Bildim ki, bir okyanus dolusu umuttun, bildim ki; hiçlik ortasında savrulup durdun.

Hani; bir yengecin çatal elinde, bir denizatının zerâfetinde, bir melek balığının renkle
rindeydin.

Ben boş verdim geldiğin yeri, kal dedim benim cehennemimde!.





Talan Ayşe Kanca
c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

31 Ocak 2011 Pazartesi






Karların üzerinde örtüler dolaşır.
Kışların üzerine öfkeler bulaşır.
Koşup koşup sarılamadığım...
Susup susup konuşamadığım...
Bakıp bakıp göremediğimsin.
Eşantiyonsun;
Birsen alana,
Bir sen veren Üsküdar vapurunda.
Dalında kalmış elma kurusu,
Yarılanmış konyak şişemsin.
Bazı sabah uyukladığım,
Bazı akşam uyanıklığım...
Cırcır böcekleri gibisin aklımda.
Boğazımda kalmak,
Ağzıma bulaşmak hepsi sen!
Gelip gelip bulmadığım...
Sövüp sövüp sayamadığım...
Uçurtmamsın,dar vakitler elimden alınmış.
Gidişin; varaklardır
Gelişin;anemonlar...
Kızıl akşamlarsın gözlerimde sen.

23 Ocak 2011 Pazar



Gözlerimdeki fer gittikçe azalıyor,bense karanlıktan korktuğumu hatırlıyorum.Bahçeye çıkmak için çağrılmayı bekleyen çocuk gibiyim, ama seslenen kimse yok ,bu gidişle olmayacakta.


Dün ne kadar yalnızdım! İçimdeki kurtların beni kemirdiği duyabilecek kadar yalnız.Şimdiyse yalnızlığıma alışmak gibi bir lüksüm var, bende alışmaya alışkınım zaten.

Önce annemi kaybettim,özlemlerin en büyüğünü ona duyuyorum.Ne zaman sofraya otursam, “Yemek hazır” diyen o içli tınıyı özlemek, bahar gibi kokan saçlarına dokunamamak bir daha, hastalandığımda yüzümü okşayan o ele hasret kalmak...


Gecikmek bekleyenin olmayınca anlamsız...Komşum için ben aslında yokum, rafta duran biblolar gibiyim, tozumu alacak kimse yok. Cam güzelleri açıp açmamak arasında bocalıyor... Kendiyle konuşunca insan yaşadığı yere ‘ev’ diyemiyor ne yazık. Her Pazar yıkanan çamaşırların yerini, her pazar dökülen gözyaşları aldı, rıhtıma yanaşmaya az kaldı biliyorum. Rıhtımları özleyeceğim aklıma gelmezdi hiç, ben hep açık denizlerde kalmayı düşledim, hiçbir yere ait olmamak meziyetmiş sandım belki de! Aslında ait olmaya değecek bir yer de bulamadım...Geceler boyu düşlediğin, düşlerinden bile kıskandığın birini, bir başkasının kolunda görmek nasıl bir şey yaşamayan bilemez. Ben yaşadım!


Satır arasında kalmışsa aşk, aslında aşkın ne olduğunu anlamak mümkün olmuyor Uzak elleri yakın kılmıyor tek taraflı duygular. Kör olmak pahasına, yanmak pahasına seviyor insan. Hiç görmemek pahasına uyuyorsun aşkın koynunda. Kâbuslar vurunca yüreğinden, uyanıyorsun. Bütün haşmetiyle karşında duruyor gölgen, bakıyorsun ki kendinden başka kimse yok seni avutan. Seni umursamak kimsenin aklına gelmiyor; herkesin kendine duyduğu o derin aşk varken.

Kayıpların çoğaldıkça, yalnızlığın daha da beliriyor. Umursamaya başlıyorsun es geçtiklerini. Çocukluğunla ilgili küçük anıları hatırlamak için çırpınıyor usun, hatırlayamadığında için eziliyor ama ses vermiyor yüreğin... Büyük odaları bırakıp küçüklerine taşınıyorsun, küçüklerini bile zorlukla doldurduğunu fark ederek...Odalara da sığamıyorsun ya ,elinde kalan tek şey onlar Duvarda asılı duran resimler aklının kuytu köşelerinden çıkıp geliyor. Yüreğinde korkuyla kala kalıyorsun. Şaşkınlıkla büyüyen gözlerin doluyor o an, ne kadar ağladığını sen bile anımsamıyorsun.


Aşkın karşılıksız kollarında uyumak için çırpınıyor zavallı yüreğin, sonra kavuşamadan nasıl ayrıldığını anımsıyor, burkuluyor için. Her evlenen sana ihanet ediyormuş gibi geliyor, bir gün ihanetin bedelini ödetmek için, evleniyorsun! Beyazlar içinde sana gelenin o olduğunu düşlüyor aklın, ellerini tutmak için çırpınıyor bedenin, sonra duvağını kaldırıyorsun... O an giydiğin siyahlar sana ne çok yakışmış anlıyorsun!

Anlıyorsun ki ; aşk unutmayı sevmiyor, kavuşmayı sevmediği gibi!


"Şarkısı Çalınmamış Sevdalar adlı kitabımdan..."
Talan Ayşe Kanca