HOŞGELDİNİZ

Uzun bir yolculuktur edebiyat... Başladığı ve bittiği yer arasında bir ömürdür kat edilen. Soluklanırsınız satır aralarında, bazen başlarsınız yeniden, bazen bitirirsiniz. Benim bu yolculukta ki düşüm yürekler biriktirmekti. Hoşgeldiniz!.

Talân Ayşe Kanca

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Dallarından Düşerken Hüzün


 

 

Öyle böyle güzel birşey değildir yaşamak. Vazgeçmek için çok erken... Daha bitirilmemiş düşler var, yontulmamış yürekler, ayrımına varılmamış umutlar. Daha çok ızdırap var çekilecek, sonra dallarından düşecek olgunlaşıp hüzün. Avuçlarını kanatana dek çalacaksın ellerini birbirine, bitkin düşecek usun sevinçten. Keder uğrayıp hatırını soracak ve sen ona da gülümsemeyi başaracaksın, yaşamak ölmekten daha anlamlı olduğundan. Sırası gelince öleceksin, ama ölmeden daha çok şey yapacaksın, daha çok seveceksin beni, daha çok unutacaksın doğum günümü, daha çok kıcazaksın geçiktiğime... Bir fincan kahve içip telvesiyle dalga geçeceksin , bozuk paran olmadığında benden isteyeceksin, ben inadına yok deyip delirteceğim seni, sen sevilmenin hazzıyla koyverip gideceksin kahkahalarını.. Aç kaldığımız günler gelecek aklına, ağlayacaksın, "o günler geçti "diyeceğim kulağına, bak şimdi tokuz... Daha çok ağlayacaksın o zaman, bir ömrü sığdırdığımız şu küçüçük evde bir evlat sesi duyamadığımıza yanacaksın. Ben sana daha çok sarılıp "beni niye bırakmadın ?"diyeceğim, başını kaldırıp gülümseyeceksin, "ağaç olsan toprağından vazgeçer miydin ?" diyeceksin!.


Beni hep melankolup bulduğunu bileceğim, ama sevmek işte bu dediğimde sana, seni nasıl kazandığımı hatırlayacaksın, ellerimi tutarken üzerindeki kahverengi benekler takılacak gözüne, yine bir tahlil yaptıralım Neşe diyeceksin, ben hiç istifimi bozmadan daha bir ay önce yaptırdık zaten ne o ölmemden mi korkuyorsun? diyeceğim. Ellirini dudaklarıma götürüp kapatacaksın, sanki boğmak isteyeceksin karanlığı, sanki yarınlarına söz geçirebilsen durdurmak isteyeceksin zamanı...

Sen bileceksin ki; öteki dünyada da seni bulacağım ama sen öteki dünyaya hiç inanmadığından hep yanında kalmamı dileyeceksin imkansızlığını bile bile... Bir günümüz diğerine benzemediğinden hiç yakınmadık diyeceksin yaşamaktan, öykünmedin bir ayağımın diğerdinden kısa oluşundan, hiç belli etmedin eksikliğini, iki santim ne demekmiş ben bu hayatta çok iyi anladım, sen hiç anlatmadım o iki santimin eksikliğini... Hiç gocunmadın, öfke duymadın hayata, hesap kitap içinde olmadın, olanlarla da işin olmadı... Bana hep eş oldun, eşit oldun benimle, ne ardımdan ne önümden yürümedin beni yanında, kolumda, kalbinde buldun...

Artık vakit azaldı, senin bilmediklerini biliyorum, yine de bilmemen için çok mücadele veriyorum, artık öksürüklerim sıklaştı, senin olmadığın zamanlarda ölümü düşünüyorum, ölümden korkmuyorum, hayıflanıyorum sadece... Terasımızda son bir çay içmeden, sana son kez sarılmadan, birlikte o çok sevdiğin çörekleri yapmadan gitmek istemiyorum. Alışveriş torbalarını sana taşıtmak istiyorum ve hep unutulacak bir şey bulmak... Sıkıyorum dişimi; çuval dolusu anıyla, kokunu duya duya, ciğerlerim bayram ede ede gitmek için.


Talan Ayşe Kanca

27 Temmuz 2010 Salı

Arka Bahçedekiler




Ne gariptir ki; tesadüfler, yaşanmışlıklar, anılar, anı bile olamayanlar, gelenler, gidenler, ortadan kaybolanlarla doludur hayatlarımız. Kimini hatırlarız, kimini hatırlamak bile istemeyiz, bazısı için içimiz “cız” eder, bazısını unutur gideriz. Kimi bir gülüştür hatırımızda, kimi gözlerimizde saklıdır. Bazısı tek biz sözle öylece durup durur hayatımızda; ne “Hoş geldin” , ne “Güle güle” diyebiliriz. Kalabalıklarımızın arasında kendimize seçtiklerimizde vardır, karanlıklarımızdan çok uzakta, aydınlıklarımızın tam ortasındadır onlar. Onlar, yüzlerini bazen kaybeder, bazen gülüşlerini, bazen sadece dururlar ruhlarımızın kuytularında, çıkmak için beklemezler, oradalardır biliriz... İşte o ruhlarımızın kuytularında özenle sakladıklarımız sadece birkaç gün önce uzun bir masanın etrafında bir aradaydık.

Hiçbiri neden buradayım demeden, sanki daha dün gibi tam 20 yıl öncesinin o sıcacık gülümseyişiyle karşıladı birbirini. Hayatın arka bahçesinden çıkıp geldiler birer birer ve güneşe nazır o bildik salonlarda ağırlandılar yüreklerimizin baş köşesinden çıkıp gelmişlerdi ne de olsa..

Kendimi bir öğretmen ordusunun içinde genç kızlığımın o doyumsuz neşesi içinde buluvermiştim. Beni her zaman kendilerinden sayan kocaman birer yürekti onlar, belki hayat da biliyordu, artık gökyüzüne değil yeryüzüne yakındık daha çok, belki eskiden olduğu gibi çokça ışıldamıyordu tenimiz, yüzümüzden hayat fışkırmıyordu, belki eskisi kadar zayıf ve alımlıda değildik, belki hayat içimizde pek çok yaralar açmış pek çok kez sınamıştı bizleri. Belki dizlerimiz kanadığında saracak bir anne babamız yoktu artık, bizler birer anne, birer babaydık... Ama hayat ne çok şeyde eklemişti aldıklarının yanına. O kadar da acımasız değildi belki!.

Nilay insanı kucaklayıp duruyordu sadece baktığında bile, sadece o değil elbet, İsmail durmadan benden şiir istiyordu... Hacer, Gülbeyaz, Coşkun, Emine ve diğerleri... Öylesine doğal ve içten dilerki, eskisi gibi, eskimemiş gibiydiler. Tek tek baktım hepsinin gözlerine, görsünler istemedim belki ama baktım. Hayata dair ne çok şey buldum onlar bilmiyorlardı...

Küçüçük bir çocuğun arayışları değildi artık gözlerindeki, onlar hayatı esir almışlardı hayattan daha çok. Belki çokca sınanmış, çok hesap kitap yapmış, çok boğuşmuşlardı ... Ama zafer çığlıkları geldi çayımızı yudumlarken kulaklarıma, derin bir mutluluk ve huzur duydum, iyi ki beni de çağırmışlardı, unutulmamıştım...

12 ayrı yürek 12 ayrı hayat, 12 farklı son demek di, ama biliyordum daha yapılacak çok iş, gidilecek çok yer, sevilecek çok yürek, öğretilecek çok şey vardı. Daha hayat öğrenecekti ki; her zaman vefasızlık, riya, öfke ve yalan kokmuyordu dünya. Hayat bazen umut kokuyordu o masadaki gibi... Hiç bitmesin diye gözüne baktığımız anlar vardır ya, işte öyleydi o dakikalar.

Bizler birbirimizi belki bir daha hiç görmemek pahasına hayatın kollarında atılmıştık, o kollarda huzurda bulduk, öfke de, hayal kırıklığı da.. Ama o kollardan bazen ışkın verdi dostluk, bazen umut baş gösterdi, bazen kırk yıllık hatırı olan kahveler içildi ..

Ben birkaç saatliğine o genç kızdım, kendi kızıma bakarken düşledim ve diledim bir gün böyle güzel yürekler biriktirebilsin diye.




Talan Ayşe Kanca

26 Temmuz 2010 Pazartesi

EFTELYA

Eftelyam



Boğulduğumda umursamayan,
Çağırdığımda gelmeyen,
Söylediğimde duymayan...
Kınalı ellerinde geçmişle
Dimdik kalan Eftelya’m!
Eskileri bozup yenileyen,
Yenileri eskitmekten çekinmeyen...
Kaçık çoraplara düşman,
Yokluklara alışkın kadın.
Her sirayet bir aşktır,
Her yonga bir ağaçtır,
Her kerte bir izdir...
Seni almak seni bırakmaksa;
Aşkı aldım,
Seni bıraktım senin için.


TALÂN AYŞE KANCA

25 Temmuz 2010 Pazar

Aşk İle Geliyorum




Aklının kuytu köşelerinde kök salan düşünceleri açığa vurmak ister miydi ki insan? İstemezdi, istemek kolay gelmezdi...

Sözlerin kifayetsizliğiydi belini büken, belki ‘yetişmez’ diye düşünürdü, ‘yetmez’ diye... Belki ellerinde tutarken bile, daha açıktı kalbinde gizlediği! Hayatın dünü ve bugününe inat yarınını sırtlamak için gücü yetmiyordu insanın. Sancısız bir tek günü özlerken, aşkı unutmak içinden gelmiyordu. Ağırdı, kasvetliydi, kırıcıydı belki ama gerekliydi su kadar, toprak kadar, nefes kadar... 

Çocukluğumu özlemek hastalıktı yüreğimde, çocukluğumda aşk olmadığındandı belki, belki sitem etmeye değer hiçbir şey bulamamaktı, hayatı düşünmemekti, paraya tamah etmemekti çocukluğun hasretlik yanı.

Canımı yakan yokluğuna inat, seni düşlemekmiş ‘hayat’, uyandığımda yanımda olduğunu bilmekmiş ‘mutluluk’, soframa kattığım aş değilmiş karnımı tok tutan, sen varken her yer aydınlıkmış, karanlık gittiğinde yoldaşımmış meğer.

Yeni bir başlangıç için geçse, kaldığımız yerden devam etmek lazım, bilirsin; kısır döngüleri sevmem ben, ama hayat ders almakmış hatalardan. Anlamak; kayıpların bekçisiymiş, sen yokluğunda bile bana bir şeyler öğrettin .Sevdiğim, aşkım... Keşke iki yürekte tek fikir olmak yerine iki fikirde tek yürek olsaydık! 

Elimde öfkenin izleri var. Hırsımıza yenik düştüğümüzde mi hayata yenilmiştik bilmiyorum? Şimdi saat gece yarısı... Şehrin ışıklarıyla oynaşan kedilerde değildir aklın. Burak huysuzlanmıştır, sen uykulara hasretsindir benden çok.
Sözlerin tutulması lazım bilirim, söz vermek zor gelir o yüzden ama aşk sözlere gerek duymaz, aşk kokusunu her daim duyduğun leylak gibidir bahçende, denizde dalgalardır aşkın sesi, rüzgarın deliliği, aklının hoyratlığı...

Sana aşkla geliyorum, karşıla beni!


Talân Ayşe Kanca

ben sana vuslatım şimdi | izlesene.com

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Safâ Süren Yalnızlığım




Bir kucaktan diğerine düştüm,
bir yürekten diğerine...
Bir aşk muştuladılar bana,
bin acı gelip kuruldu yüreğime.
Gitme; safâ süren yalnızlığım,
gitme...

Alt tarafı vuslata çıkarsın,
üst tarafı ayrılığa...
bana çıkanlar sana çıkmaz sevgili.
Bana çıkanlar; senden kalanlar,
onlar; elimi süremediklerim,
uğrunda ölemediklerim.

Mevsim sonbahar sevgili,
hazandır düşen toprağıma.
Belkilerimle yatar uyurum,
keşkelerimle uyanırım her bahar.

Gitme sevgili,
boğazımdasın hâlâ...
Kuşlarım göç etmez sensiz.
sen kal sevgili,
yalnızlığım gitsin bu kez!


Talân Ayşe Kanca

23 Temmuz 2010 Cuma

Aklar Düştü Satırlarıma




Cümlelerim ağardı bu sabah,
aklar düştü satırlarıma...
sonra, bitmiş buldum kendimi,
tükendikçe azdı yaralarım
yaraladıklarım âh etmişti, anladım!

Susuz kalmış yüreğime, kara kışlar yağdırdım.
Dolular vurdu çiçeklerimi,
ellerimde solup gitti tutunduklarım.

Körpe kuzular saldım çayırlarıma,
kurtlar kapıp kaçtı birer birer.
Elimde kaldı meleyişleri...

Cümlelerim ağardı bu sabah,
aklar düştü satırlarıma...
Zarflayıp kaldırdım hayatımı,
elden teslim ettim acılarımı.

Susuzluktan kavrulan hücrelerime;
kucak dolusu seni sundum.
Cümlelerim ağırdı;
kendimi avuturken.

Talân Ayşe Kanca

Gözlerinde Puslu Bir Akşam



Topukların çatlamış kadınım,
arsızca isterken seni,
kırılmış yüreğinin kanatları.

Kaldırmışsın sahanlıktaki seni,
yeni bir kadın doğurmuşsun,
üç dilde söylemiş sevdiğini...

Gözlerinde puslu bir akşam...
Sıgındığın limanlara,
demir atmamış kimse.

Sonra, çıkıp gelmiş apdal ıslatanlar,
çiğler, kümülüsler...

Doymaya yemin etmişken bana,
acıkmışsın...
Ellerinde hüzünlü çiçekler boy vermiş,
yüreğini nadasa bırakmışSsın.



Talân Ayşe Kanca

Ellerimi Sana Buladım



Suç değildi,
suç olduğu söylenenler bile...
Kalbime çaktığım çiviler,
tıpasını çektiğin küvet,
ve onlarca diyet…
Suç değildi;
yani mahkûm olduklarım bile.
Kızılca kıyametlerim,
örselediğim aşklarım...
Kral gibi ağırlandığım,
yalan değildi!.
Fark edilmedi,
çıra gibi yandığım.
Birer uçan balonla kandırdım düşlerimi;
suç değildi…
Ellerimi sana buladım.
Ellerim mi; umurunda değildi.
Tükür diyordu hayat,
hazmedemediğinde kursağındakileri!

Talân Ayşe Kanca

Seni Gözbebeğime Yazdım



Dizilirken yokluklar boğazıma,
seni düşlerken buldum kendimi.
Dedim ki;
acıkmak bu olmalı!.

Kaybetmişken en sevdiklerimi,
yine sen çıktın karşıma.
Dedim ki;
kader bu olmalı!.

Öfkeleri doldurup içtim ardından.
En kuytu kahpelikleri,
en gizli gerçekleri,
en pahalı düşleri satın aldım bir çırpıda.
Seni göz bebeğime yazdım,
göz bebeklerimi, sana...
Sarmayı özlerken en soğuk yanlarını,
seni kaybetmek çıktı falımda.
Dedim ki;
yalan bu olmalı!.
Nasıl geldiysen hayatıma, öyle kal istedim!
Ellerine verince güneşlerimi,
her ah edişinde yıldızları ekledim.
Nasıl geldiysen hayatıma; öyle kal istedim!

Talân Ayşe Kanca

Seni Anımsasın Ruhum



Bak bana İstanbul.
gözyaşlarım akıp gitti üzerimden,
yüreğimden...
Hani sen derdin ki, geçer,
hani derdin ki, tükenir...
Bak bana İstanbul.
tükendim!
Kalbimden geçip gittiler, dur diyemeden.
Sevmeleri anlat bana,
sevişmeleri,
tadı damağında kalmış tenleri...
Bana aşkı anlat koca şehir.
surlarında sıkışıp kalmış, Bizans oyunlarını...
Kamçılandıkça sırtım, seni anımsasın ruhum.
bana hayatı anlat koynunda uyuduğum.
Bana unutmayı anlat, severken unutmayı.
Masalları olan şehir;
bana nasıldı anlat Leyla'yla Mecnun, Ferhat'la Şirin.
Kötüleri alt eden, iyileri var eden
bir film karesinde üç ömre bedel sen;
yaşam kollarında durur bilirim.
Öyle geçip gider boğazdan,
yalılardan,
yaralardan...
Sen var olduğun günden beri,
sanki başka yazılmıştır şiirler,
aşklar,
aşka aşıklar...
Seninle ölmekte başkadır,
kalıp gömülmekte...
Ben eriyip bittiğimde,
içimdekilerle çekip giderim, içime çektiklerimle...
Köpüklerin arasından bana el sallayan sen;
dirseklerimi dayadığım şu masa,
tanrıya ettiğim yemin,
kanadı kırık ruhumla ben;
Sana büyük bir çemberin,
Küçük bir yerinden yazıyoruz.
Küstüğün gün bana,
etlerimi didiklesin bütün evren.
Koca bir mezarlıkta,
küçük bir taş ayır bana.
Seni anlatsın, beni anlamayanlar.


Talan Ayşe Kanca

Vur Dibine Sancıların



Vur dibine sancıların,
aşk her şeyden güzeldir.
Savur neşe kemendini boynuma,
sık sıka bildiğince...
Boğ bir kaşık suda,
çatlat sevgiden yüreğimi.
Bırak sızdırsın göz göre göre…
Sevinçten dudaklarım uçuklasın,
ayaklarımı kes yerden,
çağır davulcuyu
vur beline kederin.
Bir elinde sevda
diğerinde umut.
Çal birbirine...
Ürkütme zamanı
say ki; yok!.
Bir söz ver tutmak için,
el edip göz yum yasaklarına.
Yanıyorsan ateşlerden çok,
çığlıklarımı duymazlıktan gel.
Kaydıkça yüreğimin kaydırağında aşk,
düşe kalka büyürüm ben.

TalâN Ayşe Kanca

Düş Ağacı




Varsın; uçmayı unutsun kanatlarım.
kaf dağının eteklerinde;
küçük bir düş ağacının altındaysam eğer.
Say ki; hüzün nehrinde can çekişirken,
terk edilmişlik koyunda yan yatmışsın.
Ben; diz çöküp ellerinde soluklanmışım.
Sen; kapılıp akıntıya yeniden yüzmüşsün.

Varsın; tutmasın ayaklarım.
Üzerime basıp geçerken bütün evren;
beni çiğneyenlere siper etmişsen kendini.

İşte o vakit;
kırkayaklara, çınar ağaçlarına,
yosunlu taşlaradır selamım.

İşte o vakit;
kocaman beyaz bir bulutla,
sonsuzluk vadisinde alırım soluğu.
Küçüklüğüm, genç kızlığım, kadınlığım karşılar beni...
Sen en olmadık yüzünle çıkarsın karşıma.
Dizime yaslanıp ninniler söylersin,
ruhumdan yüreğime kayıp gidersin öylece.

Talân Ayşe Kanca

Aşk Beni Azat Et




Kendi karanlığımın kölesiyim,
beni azat edebilir misin aşk?
Kelepçelerim yüreğimde,
ruhum zihninde esir kalmış.

Kendi yalanlarımın gerçeğiyim aşk,
beni özgür kılabilir misin?
Kıskandır kuşları..
Yağmuru...
Ağlat sonra birer birer...
Sırça saraylardan çıkar başımı,
ruhumu sal çayırlarına.
Orada, kuzular dile gelsin,
çayırlar konuşsun 14 dilde...

Sen aşk,
görebilir misin
Bütün kasvetine rağmen geceyi?
Güne sövüp sayabilir misin?
Varsa esaretimin bedeli,
ödet bana...
Öylesine geldim hayata,
ve öylesine giderim yalın ayak.
Belki biraz hüzünle seviştim,
belki biraz kendimle...
Ama yaşamak,
kirpiklerine değmekti,
ve ıslanmaktı gözyaşlarınla.
Sen aşk;
şahidimdin,
sonra sustun, susturdun yüreğindekileri.

Talân Ayşe Kanca

Ben Sana Vuslatım Şimdi



Çatık kaşlarından geçip,
kırık kalbinde salındım yine...
Seni bulduğum limanda annen yok;
baban ...
Ama çoçuk, ben geldim,
ufkumda
umurumdasın!.

Say beni...
Birinde annen say,
diğerinde baban,
Onlarca kez say...
Tek düşüm; seni düşünmek.

Yaralı kolların beni sarmaz mı?
Okşasam saçlarını, sevinmez mi?
Tutsam ellerini, sarılmaz mı?

Sen cocuk;
ufkumda,
umurumdasın...
Ümidimsin en çok.
Biriktirdin ya hasreti,
vuslatlara açtın...
Ben sana vuslatım şimdi.

Gözlerini kapatıp düşlemişsin...
Sen çocuk;
düşlerimi al,
dökülsün ruhundan keşkelerin.

Dal olurum sana sonra,
ışkın veririm,
umut olurum toprağına...
Sen çocuk,
unut...
Unutmak yok deme!.
Çıkar bak yüreğimi;
nasıl unutmuş seni...

Bak çocuk;
karanlığımı ışıtıp geldim,
sancımı unutup geldim,
kendimi sıyırıp geldim..
Ben sana vuslatım şimdi!.


Talân Ayşe Kanca

Aklımdaki Kurşunlar




Az çok kendini bildin mi, ne istediğini de bilirsin. Bilmekten yana sıkıntın yoktur aslında. Bildiklerini uygularken, hayata geçirirken sıkılırsın. “Pılını pırtını topla, çık bu evden.” dediyse hayat sana, gidecek yer bulamamaktır korkun. Gideceğin yer, bulunduğun yer kadar hoş karşılamaz seni. Bağrına basmaz, adamdan saymaz, iplemez yani...

Ahengini kaybetmişse sevdaların, çatık kaşla karşılanırsın. Eskisi gibi uğurlanmazsın hatta. Birkaç kelâm edilir sofralarda, tadına baktıkların yavan gelir. Az şekerli çay gibi, tuzsuz aş gibidir yüreğindekiler. Biriktirdiklerin harcanmıştır ya; yerine konulmamıştır. “Doğurduğuna inanıyorsun da, öldüğüne niye inanmıyorsun...?” der sevdan. İnanmak gelmez içinden. İnanmak ele avuca sığmaz bir şeydir o an. İnanmak; vazgeçmektir hayatından, hayallerinden.


Dikenleri batmış güllerden, ağzı yanmış dillerden bahsedersin. Hiç hatırlamazsın bir zamanlar yanıp duran yüreğinden, aklı kırk karış havada kalmış usundan... Çaresizliğini itiraf edememek nasıldır? Nasıldır kendini tek başına hissetmek? Çoğalırken azalmak, azalırken eriyip gitmek keşkelerinde...

Nasıldır; kaybetmek elleri avuçlarının içindeyken bir yürek? En pespaye halinden, en görkemli duruşuna kadar birini sevmek nasıldır bilirsin. Bilirsin, sevdanın yürüyüşünü, süzülüşünü, kursağında dirilişini...


Bilirsin; bir kez sevdiysen, bin kez sevilirsin. Ama olmazlar çalmışsa kapını, yüz binlerce kez pes etmek düşmüşse payına, topladıklarınla çıkardıkların eşitlenememişse; geriye ne sevmek kalır, ne sevilmek...


Duraksadığında, belki yenilerim dediklerin için, eskittiklerin aklında durup durur öylece. Şirrettir zaman, yakandan düşmemek için türlü oyunlarla gelir koynuna. Isıtır seni çaresizliğinde. Kandığını anlayınca, kazanmanın gururu okunur yüzünden. Bir kez daha zafer nidaları yankılanır evrende ve o yankı er ya da geç gelir bulur bedenini.

Elinde kalan; hüzünlerden örülmüş çilelerdir. Sardıkça bitmez gibi gelir, kollarından tüm bedenine yayıl ır yorğunluğun. Kafana sıklıkla sıktığın kurşunlar vardır birde. Rus ruleti gibi bir kendine sıkarsın, bir sevdiklerine, seni sevmeyenlere... Artık kime denk geleceği hiç umurunda değildir. Acıdan kördür gözün. Sen katil doğmamışsındır ama olmuşsundur kaşla-göz arası. Ağıtlar yakarsın gidenlerin ardından. Sen gitmişsen umarsızdır kalanlar. “Cezamı çekmeye razıyım.” dersin yüzünde donmuş ıstıraplarınla, ama gidenlerin tek kusuru seni sevmektir.

Aldığın canlar sana onulmaz kederler verecektir, sen sevmemişsindir gerçekten. Ruhundaki aç gözlü çocuğun karnı yeterince doymadığından, hırçın ve arsızdır. Önüne kim gelirse tüketmek ister. Öyle sıyırır ki sevdanın kemiklerini, bir damlacık umut kalmamıştır üzerinde. “Köpeklere atılsın” diye sunulan o kemikler bile, âh etmiştir ardından. Tükürmek istemiştir yüzüne, yüreğine...

Ama bırakıp gittiklerin, kaybettiklerin, uğrunda öldürdüklerin varken; bu dünya yaşanılası bir yer değildir...
Bu dünya uğrunda ölünesi bir yerdir artık!


Talan Ayşe Kanca

İstanbul Bilir





Kelebeklerin ömrü kadardı sana sevdam.
Sen bilmedin;
İstanbul bildi beni!.
İstanbul dört döndü kapımda,
aşkım da, aldanışım da...
Kolum kanadım kırıkken uçurdu.
yaşarken öldürdü,
ölüyken diriltti hatta.
Kalemimin mürekkebi tükendi sevgili,
sen bilmedin; İstanbul bildi beni!.
Çıktım mı zıvanadan, uslandırdı.
uslandıysam azdırdı,
suskularıma gömdü kederlerimi...
O bildi sevmek nedir,
buğuya yazılmışsa adın,
bildi, silinip gideceğini.
Sen bilmezsin yanmak nasıl bir şeydir,
İstanbul bilir yangınların sönmediğini.
Boğazdasın sevgili...
gün olur martılar didikler beni,
gün olur dalgalar döver kıyılarımı.
Öfkelerimi soyunurum bazen,
bazen giyinirim umutlarımı.
Dar ağacını kurarlar sonra,
ha astı, ha asacaklar...
Son dileğim ne midir?
İstanbul'a sor sevgili!.
O gelir ben gitmeye yakınken,
tutar kolumdan, çeker alır içeri.
Sen bilmezsin kederlerimi,
İstanbul bilir gözü açık gideceğimi.

Talan Ayşe Kanca

Gülkurusu Akşamlar




Çiğniyorum;
yüreğinin yarıklarından içeri süzülenleri.
“Kus beni” dedikçe;
damağımdasın.
Ölmeye yeminli misin?
Özürlü yanlarımı geçirdim hayat eleğinden.
sen en büyük özrüm çıktın.
Şafakla beraber doğuyorum,
kollarımı uzattığım sen, tut beni.
Öyle acemice olmasın.
yakama yapışıp bitir işimi.
Saliseler var, hatta dakikalar aklımda...
Haydi giy çarıklarını,
dizlerinde toprak,
avuçlarında su,
gözlerinde ateş…
Ağaçların ağladığını duyabiliyor musun?
Gülkurusu akşamlar var avuçlarımda.


Talân Ayşe Kanca

Dalgaları Sevmek




Özgürsün...

Sanma ki; seni almak için geldim. Dalgaların eşliğinde dinliyoruz hayatı. Bırak içindeki köhne fikirleri, bırak hesapları...

Hayatın sana gülümsediğini kaç kez gördün ki, şimdi kahkaha atsın istiyorsun.“Paçana sıçradı” diye aşk, şımarma sakın! Aşk ya paçandadır, ya diz kapağında, belki kulak memende... Kalbinde bulmak için, önce hesapsız durmayı öğrenmelisin. Gözlerin bana kucaklarmış gibi bakıyor, beni kucaklaman yetmez, hücrelerime bulaşmalı duruşun. Önce dalağıma, sonra mideme… Geceleri sevmiş olman, beni de bir yıldız sayman anlamına mı geliyor? Yıldızlar bir gün kayıp giderler unutma. Sonsuzluk kadar uzun gelirse sana bu kayboluş, hesabını sormak için bekleme beni. Ben bile nereye gideceğimden bihaberim.

Her içine çektiğinde sigaranı, duman gibiyim aklında. Bedeninde hapsettiğin fikirlerin, hep bu anı bekliyor. Uçup uçup konuyorlar dibime. Ben dibimde bu kadar karmaşa görmemiştim hiç. Senin karanlığında bile aydınlanıyorum. Kum taneleri konuyor saçlarıma, sakın onları kıskandığını söyleme, ben tuttuğun sigarayı çok görüyor muyum ki?

O kadar coşkuyla anlatıyorsun ki senden olmayanları, ne anlattığın değil de, nasıl anlattığına takıldım yine. Göz bebeklerin büyüdükçe, içine hap soluyorum. Bende bu mahkumiyetten muzdarip değilim, hatta “Müebbet hapis verseler” diye bekliyorum. O kadar uzun zaman yatsam ki yanında, sen beni senden saymaya başlasan.
Korkmadığını söylüyorsun, gözlerin aksini anlatıyor. Beklemeye tahammülüm yok artık.

Didik didik etmedikçe seni, rahat yüzü görmeyeceksin.

Dalgaları sevmek, seni sevmekle eşdeğer. Hırçınlaştıkça benden uzaklaşacaksan biraz dinlen. Sana anlattıklarımı duymak için durulduğunda, bir kum tanesi olduğumu göreceksin. Sessizce bekliyorken kıyıda, diğer kum taneleri beni kıskanacaklar.

Şimdiden sana doğru koşmaya başladıklarını görür gibiyim.

Yengeçler asılacak, deniz kabukları göz kırpacak olsa da, bildiğim tek şey; beni almaya geldiğin!


Talan Ayşe Kanca

Melandüs






En bildik yazıların bile bir sonu olur. Titreme Melandüs!. Bak gece aydınlığı bölüp geldi, sen hala karanlıktan korkuyor olamazsın. Sancılarımı dindirecek kadar gücün yoktu madem, ne diye dermanım olmak istedin. Kaç yüz yıldır uykudaydı usum, uyandırdın, yüklen sırtımdakilerin bir kısmını.

Acıyorum.

Yine ve yeniden, sadece kendime…

Büyümekten korkar oldum. Sense hala çocuk kalmaktan bahsediyorsun. Artık torbandakileri paylaş hayatla. Sen sen olduğunu kanıtla ki, ben daha fazla ardından göz yaşı dökmeyeyim.

Dinle Melandüs!. Bütün çanların bize işaret etiği andır bu. Kasvetle yalayıp geçtikçe hayat içimizi, acılarımız dinmez olur. Aç gözlerini. Topukların ardına değsin. Bacaklarındaki sızı öyle çok olsun ki, bir daha nasıl yürürüm de kendine.

İşte yaşam şimdi damarlarında. Sen boyunca hüzünlerinden ilk kez arınmışsın. Polenler biriktiriyorsun bir daha ki bahara. Kozalarından çıkıyor bütün ipek böcekleri, kelebeklerin dans edişi yansıyor gözlerine.

Toprağın senden daha akıllı olduğunu düşün. Düşün ki; o bilir hangi dakika hangi çiçeği yeşerteceğini. Aklını işletmeden insan olamazsın. Toprak kadar bile kıymet bulamazsın.

Aynaların sana yansıttıkları için kendinle gurur duyma. Farz et ki; onlar dünyanın bir numaralı yalancısı. Kaç yüreğin azabını hafiflettin şimdiye dek!. Öyle hayran hayran aksini seyretmekle olmuyor. Sanki dünya etrafında dönüp durduğun ışık huzmesi. Unutma; yaklaştıkça yanmak düşer payına. Seni çeken bütün şavkların dipsiz kuyulardan farkı yok. Ha girdaba kapılıp gitmişsin, ha kendi aksine hayranlık duymuşsun; ikisi de bir.

Kızgınsın öyle mi?

Bana söyleyemediklerin boğuyorsa seni, hazır olda bekliyorum. Gözümü sana dikmişken dünyayı susmuş farz et. Olsa olsa nefes alıp verdiğim bir andayız. Sessizlikten çıldırası geliyor insanı. Yinede her şeye katlanmak pahasına sendeyim.


Anlat bana…

Öncesi ve sonrası arasında yaşadıkların sıkıştırılmış bellek kıvamında. Seni ortalarda bir yerde tutmam ağrına gidiyor. Üç aşağı beş yukarı ne düşündüğümü biliyorsun. Sanıyorum seni en çok sıkanda bu.

Değme sanatçılara taş çıkardığım kanaati sana yerleştiğinden beri, inandırıcılığım sıfır. Öyleyse, yalanlarıma ortak olmak zorunda değilsin.

Ufuk çizgisine bak. Yelkenlerini şişirmiş düşlerin. Fırtınaların dindiği nadir anlarda, artık limanda demirlemeni gerektiren hiçbir koşul yok. Vicdan denen illet yakama asılmışken kendime duyduğum aşkı umursayamam. Umursadığım vakitler, seninde var oluşumuza katkıda bulunduğun anlardı, artık gönüllü değilsin.


Şaşkın Melandüs!. Hiddetle konuşmuyorum. Zarafetine ayak uydurmak kolay olmuyor. An be an senden uzaklaşıyorum. Sanıyor musun bu beni mutlu ediyor? Zehirli sarmaşıklar gibi dolandıkça boynuna, seni sevmek denen eylemin hiçbir şansı yok. Pankartlar açılmış çoktan. Sen ön saflardasın. Ardında senin gibi yüzlercesi, nereye, ya da ne için yürüdüğünüzden haberin yok. Önünüze çıkan her şeyin size engel olabileceği dürtüsü kalmış ya akıllarınızda, önüne çıkan ben olduğum halde, yürüyüp geçiyorsun üzerimden.

Bütün ezginliğimle ardından bakakalıyorum. Şaşkın ördek yavruları gibi savruluyor bedenimde biriktirdiklerim. Ağrılar içindeki benliğim bile acısını dışarı vuramıyor. Öylece kalakalmışız yolun ortasında. Sen ve ben olmuşken, “Biz” olamamak ağrıma gidiyor. Bütün yüklerimle karşısına çıktım yüreğinin.

Duyması için elimden ne geliyorsa yaptım usuma. Nefret etmekten duyduğum ezikliğe bile aldırmadım. Nefret etmek istiyordum, salt biraz daha seninle olabilmek için…

İğne deliğinden geçebilir misin? İşte o kadar küçük dışarı çıkabileceğin yer.

Talan Ayşe Kanca